Multikultinin ölümü ve bir sahil kasabası olarak Erzurum


Vizyondayken pek ilgimi çekmemiş ve dahi fragmanını bir miktar itici bulduğum bir film olmuştu Almanya-Wilkommen in Deutschland. O da neydi, Anadolu'nun bir köyünde şakır şakır Almanca konuşan baş örtülü teyzeler, ayağı çıplak koşan veletler var idi. Herhalde Alaman'da Türk olmaya son derece alaman bir bakış, diyerek o zaman için elemiş bulundum filmi. Sonra biri Alman biri Türk iki arkadaştan fena olmadığını duyunca başka zorunluluklarımdan kaçmak için Google arkadaşımıza "almanya willkommen in deutschland izle full" yazıp entelektüel seviyemi bir puan artırdım. Zaten mecburiyetlerimden kaçmak için ya bu filmi seyredecek ya da evi temizleyecektim.

İlk on dakikadan itibaren baktım film Jeunet olmaya niyet etmiş bir Çağan Irmak eseri tadında ilerliyor, beklentimin azıcık üzerine çıktığını görüp keyiflendim. 

Nesrin ve Yasemin Şamdereli kardeşlerin senaryosunu yazıp, Yasemin'in yönettiği film, 1964'te köyünden kalkıp Almanya'ya çalışmaya gelmiş, 1000001. Gastarbeiter'in öyküsünü anlatıyor. Okuma yazma bilmeyen karısı, tavşan gibi ürettikleri üç çocukları (dördüncü de Almanya'da fırına verilecek), daha çok bir Ege kasabasına benzeyen ama filmin sonunda Erzurum civarı bir yerler olduğunu öğrendiğimiz (!) köyü ile, Hüseyin alelade bir adam, hikayesi de sıradan bir insanın hikayesi. Şamdereli kardeşlerin iddiası, dramdan ve bugüne kadar anlatılagelen acılardan uzak bir yerlerde, tam mutlu diyemesek de öyle çok da mutsuz olmayan ailelerin hikayesini anlatmak olmuş. Kendileri "normal" aileleri anlattıklarını savunsa da, epey kurgusal, epey gerçekdışı bir tablo çiziliyor tüm filmde.

Aynı çocuk oyuncuları kullanmak adına biraz hızlıca geçilen ilk alışma devreleri, yaşanan daha ilk Noel'de son derece küçük ve tutucu bir çevreden gelen ailenin Hristiyan ilahileri eşliğinde noel ağacı dikmeye çalışması, en az on yaşlarında olan erkek çocukların birkaç ayda kendi aralarında Almanca konuşmaya başlamaları yahut torununun bir "gavur"dan hamile kalışına pek dostane yaklaşan Erzurumlu bir dede, olayı "normal" aile boyutundan çıkarıp şeker sosu yedirilmiş pek de şirin bir masala evrilmeye zorluyor. 

Bitirdiğimde "iyiymiş ya bu" dediğim bir film için bile bu kadar olumsuz konuşabildiğim için kendimi tebrik ederek, beğendiğim kısımlara geçiyorum. Filmin çoğu Almanca olduğu ve karakterlerimiz henüz köylerindeyken dahi Almanca konuşturuldukları için, Alaman'a geldiklerinde duydukları ve anlamadıkları dil Almancaya benzeyen ama aslında bir halt olmayan deli saçması bir sesler bütünü. Anne karakteri bakkala gidip ekmek almaya çalıştığında, tek kelime Almancası olmadığı için "B-r-o-t" dediğinde (burda Almanca, kadının anadili yerine geçiyor) Alman bakkal amcadan "Hsdfgölk" benzeri bir şeyler duyuyoruz. Hiç bilinmeyen bir dilde iletişmenin zorluğu adına Alman seyircisine iyi bir deneyim verilmiş. Zira bazı bazı alışveriş yaparken, mutsuzluktan yanakları sarkmış kasiyer teyzelerin dedikleri bana hala "Hofgerujfhjöver" gibi gelebiliyor. 

Çok karakter olduğu için dedeyle nineden başkasının hayatını detaylı göremiyoruz, çoğu yüz sadece bir tiplemeyi doldurmak adına orada kalıveriyor. Yine de karakterlerin derinleşemediği yerde olay örgüsü derinleşerek hislerimizi gıdıklamayı başarıyor. Çocukluklarındaki gibi aynı yatakta uyumak zorunda kalan koca adamlar, üçüncü jenerasyon olan ve filmin içindeki ikinci öyküyü anlatan kızın bir Almanca bir Türkçe konuşması, önce Almanyadaki evin tuvaletini, sonra tatile Türkiye'ye gidince oradaki evin "hela"sını temizlemek zorunda kalan anne gibi tekrarlanan motifler hem organik bir yapı oluşturuyor hem de basit tabirle komikler.

Benim filme en çok sempati duyduğum anlar ise içimdeki Almancıya hitap ettiği sahneler oldu. Almanya'ya ilk gelişlerinde damgayı DAN DAN DAN diye basan suratsız pasaport polisi, köydeki kadın cemiyetinin annenin yanına "Almanlar çok pismiş" diyerek yerbezleri ve "Almanya'da sadece patates varmış!" diye hububat vermeleri hem güldürdü hem de adeta efkârlandırdı (domates gibi domates özledim ulan!). Filmdeki hemen hemen tüm oyuncular Almanya'da yaşayan ve orda doğan insanlar olduğundan, zaten Almancı dili ve edebiyatı da hazır durmaktaydı. Tatil yerine "izne" giden aile, "Mein Baba hat.." diye devam eden cümleler ve daha niceleri alıştığımız şekilde yerlerini almıştı. Bilmiyorum Almanyada hiç ikâmet etmemiş bir Türk bu filmden böyle etkilenip izlerken katır gibi güler mi, valla ben güldüm.

Başlığı da böyle koyduk ama şu ana dek bir kez multikulti demedik. Şamdereli kardeşler, filmi Merkel'in "Der Ansatz für Multikulti ist gescheitert, absolut gescheitert!" (Türkçe meali: Entegre mentegre olamadınız) deyişine de bir antitez olarak düşünmüşler. O kadddar da farklı değiliz, sonuçta aynı şeylere gülebiliyoruz bakın, demek istemişler. Zaten filmin sonunda da Merkel bacımız ve memeleri arz-ı endam ediyor bir miktar. (Seksi fotoğrafları için gazeteciliği).

Demem odur ki, Çağan Irmak seviyorsanız (ben sevmem) bu filmi de çok seversiniz. Almanya'da yaşayan/yaşamış bir Türkseniz, yine bu filmi çok seversiniz. Aslında Almansanız da seversiniz ama şu an bu yazıyı okumak yerine köpeğinizi gezdiriyorsunuzdur, o yüzden eksik kalacaksınız (yazı Türkçe olduğundan falan değil tabii.)

Bir başka "Bugün ne izledik" kategorisinde görüşmek dileğiylen. (Sırada Türkisch für Anfänger olabilir mesela ama önce evi temizlemem lazım öptm kib bye)

Esen kalın.. Bleibt wehend..


1 yorum: